Hareketsizliğin Arkasında Neler Var? Toplumsal Cinsiyet ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir Analiz
Herkes bir noktada hareketsiz kalmıştır. Ancak bazılarımız için bu duraklama anları, yalnızca fiziksel bir hareketsizlikten ibaret değildir. Bazen içsel bir boşluk, dış dünyadan kopuş ya da bir tür kimlik arayışı da eşlik eder bu duruma. Toplumda ise, bu tür hareketsizlik, çoğu zaman özellikle kadınlar için geçerli bir etikete dönüşür: “Pasif.” Fakat bu “hareketsizlik” kavramı üzerine konuşurken, toplumsal cinsiyetin, çeşitliliğin ve sosyal adaletin nasıl devreye girdiğini bir kez daha hatırlamalıyız.
Kadınlar için hareketsizlik, çoğunlukla toplumun dayattığı kimliklere, rollerine ve beklentilerine karşı duyulan bir tepki olarak şekillenebilir. Çoğu zaman, kadınlar için “doğal” olan bir pasiflik, onların hayatları üzerinde tahakküm kurmaya çalışan bir toplumsal yapının sonucudur. Ne zaman bir kadının “ne yapacak bir şey yok” dediğini duysak, genellikle bu, hayatına yön veren bir dış baskıdan doğan bir çaresizliktir. Hareketsizlik, aslında bir tür savaşçılığın, bir tür isyanın ifadesi olabilir. Fakat, bu savaş, erkekler için olduğu gibi doğrudan bir çözüm odaklı yaklaşım değil; daha çok bir içsel dirençtir. Kadınlar için hareketsizliği anlamak, aslında toplumun onlara biçtiği kimliği ve bu kimlikten kurtulma çabalarını anlamakla yakından ilişkilidir.
Öte yandan, erkekler bu tür bir hareketsizlik durumuna genellikle daha analitik bir bakış açısıyla yaklaşır. Bir erkek hareketsiz kaldığında, çözüm odaklı düşünme ve problemleri çözme eğilimi genellikle ön plana çıkar. Ancak bu çözüm arayışı, bazen duygusal bir bağdan yoksun olabilir. Onlar için hareketsizlik, çoğunlukla bir engel olarak görülür ve çözülmesi gereken bir durumdur. Bu yaklaşımda, çözümün genellikle dışsal bir müdahale, aksiyon ya da bir planla ilgisi vardır. Kadınlar ise hareketsizlikte bazen çözüm aramak yerine, daha çok bu anı hissetmek, anlamlandırmak ya da kabul etmek isteyebilirler. Hareketsizlik, erkekler için bir boşlukken, kadınlar için duygusal bir deneyim olabilir.
Toplumsal cinsiyetin ötesine geçerek, farklı kimliklerin ve toplulukların da bu durumu nasıl deneyimlediğine bakmak gerekir. LGBTQ+ bireyler, etnik azınlıklar ya da engelli bireyler için hareketsizlik çok farklı anlamlar taşıyabilir. Hareketsizlik, bu bireyler için yalnızca fiziksel değil, sosyal ve ekonomik engellerin de bir sonucu olabilir. Kimlikleriyle uyumsuz bir dünyada var olma mücadelesi, çoğu zaman dışarıdan bakıldığında sadece bir “hareketsizlik” olarak görülse de, bu durumun ardında yatan nedenler çok daha derin ve karmaşıktır.
Bize dayatılan toplumsal roller ve beklentiler, bazen hareketsizliği bir zorunluluk haline getirebilir. Hareketsiz bir insanı görmek, onun bir “yetersizlik” veya “fırsatsızlık” durumu içinde olduğunu varsaymak, aslında o kişinin içsel dünyasına yapılmış büyük bir haksızlıktır. Toplum olarak hepimiz, başkalarının hareketsizliklerini bir eksiklik, bir başarısızlık olarak görmek yerine, daha çok anlamaya çalışmalıyız. Kadınların hareketsizliği, toplumsal cinsiyet normlarına karşı bir sessiz protesto olabilirken, erkeklerin hareketsizliği de bazen duygusal bir boşluğun dışavurumu olabilir.
Bu bağlamda, hareketsizliğin toplumsal cinsiyet ve sosyal adaletle bağlantısını anlamak, toplumdaki tüm bireylerin birbirine daha fazla empati ile yaklaşmasını sağlar. Hepimiz, dışarıdan bakıldığında hareketsiz veya “pasif” gibi görülebiliriz, ancak bu dışa vurum, her zaman içsel bir dinamiği temsil eder. Hareketsizliğin bir çözüm, bir tepki veya bir direniş olarak farklı şekillerde ele alınması, toplumsal yapıyı daha derinlemesine anlamamıza yardımcı olur.
Peki, sizce hareketsizlik sadece bir eksiklik mi, yoksa toplumun bize dayattığı rollerin bir sonucu mu? Bir kadının hareketsizliği, onun içsel gücünün bir yansıması olabilir mi? Erkeklerin çözüm arayışlarını duygusal bir bakış açısıyla harmanlamak mümkün mü? Hareketsizliğin toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adaletle nasıl bir ilişkisi olduğunu siz nasıl görüyorsunuz?